4 Ağustos 2010 Çarşamba

Dim Çayı'nda İhbar


Bu sefer Ahmet'in bulduğu bir fotoğrafın peşinde Dim Çayı'nın üzerindeki bir suçıkanı aramaya gittik. Ahmet'in "Köy-Köy"ü ve benim Google Earth'üm sayesinde aradığımız köyü gece dokuza doğru bulduk. Yol sorduğumuz amcayla hoş-beş muhabbetimiz sonucu bize dere kenarında bir çardak gösterdi uyumamız için. Böylece suyun sakinleştirici sesiyle sabaha kadar deliksiz bir uyku çektik.

Sabah köyde bir iki yere sorarak aradığımız su kaynağının olduğu yere doğru yürümeye başladık. Güneşin kızgın ışınları ensemizi kavuruyor, her yerimizden şıp-şıp ter damlıyordu. Tam böyle bir günde böyle bir mağarayı aramanın pek akıl karı olmadığını düşünürken dere boyuna vardık. Birbiri ardına şelaleler ve göllerin bulunduğu vadi tabanı dışarıya göre çok serindi. Gördüğümüz fotoğrafın çekildiği yeri ararken gür bir şelalenin döküldüğü zümrüt yeşili bir göl bulduk.

Normal şartlarda sudan hiç de hazzetmeyen ben bile bu görüntünün davetkarlığı karşısında dayanamadım ve kendimi buz gibi sulara atıverdim. Bir süre burada oyalandıktan sonra tekrar mağarayı aramaya koyulduk.

Patika bile olmayan yoğun bitki örtülü dik yamaçlardan zar zor ilerledik. Uzun mücadeleler sonrasında vadinin yukarılarında bir dere yatağına inmeyi başardık. Dere yatağında yukarı doğru yürüdük ve aradığımız yeri malesef bulamadık. Tam geri dönmek için bir yol arıyorduk ki birden derenin suyunun bir deliğe battığı yeri keşfettik. Tabi ki ikimiz de çok heyecanlanmıştık. Derenin aşağı taraflarına geri dönüp batan su bir yerlerden çıkıyor mu diye bakarken bir anda kendimizi o fotoğrafın karşısında bulduk. Meğer o kaynağın suyu mağaraya batan dereymiş.

Mağaranın girişini ve çıkışını bilsek de içini çok merak ediyorduk. Hemen arabamıza döndük ve hazırlandık (arada bizi köyde bir amca evine davet etti ve yemek yedirdi ki oldukça lezizdi). Eşyaları yüklenip cehennem sıcağının kavurduğu dışarıdan ıslanmadan bekleme imkanınızın olmadığı mağara ağzına tırmandık. İçerisi gerçekten haşmetli ve ürkütücüydü. Yaklaşık 40 metro yukarıdan batan dere, 30 metrelik bir şelaleyle bir göle dökülüyordu. Gölün suları tepsideki bir bardak gibi çalkalanıyordu. Şelalenin sesi ve şiddeti o kadar ürkünçtü ki, yanına kadar girmeye cesaret edemedik. Bulabildiğimiz en kuru noktadan bir fotoğraf çekmeyi başardık ama o hissi yeterince verdiğini sanmıyorum. İçeride kaldığımız 20 dakikada hipotermiye girercesine üşüdüğümüzden kendimizi dışarı attık.

Ahmet bir de mağaranın yukarıki ağzından girmek istedi. Ancak suyun aşırı fazla debisi yüzünden fazla ilerleyemedi. En kısa zamanda buraya dönmek üzere Dim Çayı'nı geride bırakarak MAD'lı arkadaşların büyük faaliyeti olan Yaylacık Düdeni Araştırmasına doğru yola koyulduk.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder